Aşk

Üç yüz km hızda el freni çektim

Üç yüz km hızda el freni çektim

Dün ve Dünya, sadece “biz”den ibaret. Bugünümüzde ise gördüklerimizi heykeltraşlar ve ressamlar tasarlıyor. Nasıl betimliyor, nasıl soluyor ve nasıl bir algı içine sokuyorsak dünyamızı sadece o kadarız, belki de bırakıp gittiğimiz kadarız. Kimi ördüğü dört duvarı arasında hapis, kimi gökyüzü maviliği arasında özgür. Ancak bende tam aksi sis kaplamış durumda dünyamı, flu görüyorum gözlerimi açtığımda. Göz gözü görmemekte kimseye saplanamıyorum sisler ada gibi dört yanımı kapladıkça etrafımı çaresizlikten fevrileşiyorum. Oğuz ağabeyimden (Atay) kalan bir tutunamama korkumuz da hazır ve nazır. Zaten hiç anlaşıl(a)madık. Bizi ararken kendimi kaybettiğim hep yanlış kavşaklara savruldum ya da 300 km hızda el freni çektik ve sonuç kaçınılmaz!

Şimdi sis çökünce yeryüzünün altına, göğün üzerine kalakalıyor insan. Tuhaf, ummansız basiretsizlik var üzerimde. Günümün yirmi beş saatine yüklediğim enerjimle arama kocaman labirent örülmüş. Aynaya baktığımda suretim arasında sisli-puslu bir hava hakim. Şimdi etrafımı bu kadar sis bulamışken kaçak dövüşen insanların ayak seslerini duyuyorum, geliyorlar kaplumbağa hızında yürüyen ölüler gibi. Sanki pusuda bekleyip bir çelme takacak o insanların lisanında kalmış gibi hissediyorum. Olacaklardan kaçmak için parende atarak delicesine aksi yöne koşuyorum. Ancak sis yüzünden bu hengamenin tam ortasına doğru koşmuş olduğumu fark ettiğimde geç oluyor. Sis kalktığında artçılların kocaman bir fay hattı oluşturduğunu görüyorum hayatımın orta yerine. Yüreğim kaburgalarımı yumrukluyor, canım acıyor, susuyor, sükut ediyorum.

Yıllar su gibi azizim, çehre semtlerim değişiyor. Yaşım eşşek kadar ve eşyalar bile taşınmaktan boykot ediyor beni. Ancak puslu havalarda atılan kağıt çiziklerin varlığı ve gerçekliği hiç değişmiyor.

Na-mümkün…

Yine öyle dönemlerin içerisindeyim hatta tam merkezinde galiba. Vakit çiziklerin atıldığında anesteziye şahit olma vakti.

Aşk, yaşam yahut dostluk da böyle bir şey galiba. Mesela aşk, coşkun bir Eylül mevsimi gibi mis kokular içinde başlıyor, b*k kokularıyla son buluyor. İçin kıpır kıpır pür telaş, mahallende bayram havası. Etrafına sebepsiz yere gülücükler lütfediyorsun bedavaya. Onu sevdiğim günden beri renklerin tonu değişti, hayatımın katran karalığı bembeyaz oldu diyorsun ya hani! Yüzümde ki evren için nefes aldığım süresinin getirdiği çizgilerin manası bile değişti, geçmişin o acıları bir şimdi birer çocuk kahkahası gibi oldu diyorsun ya hani! Öyle transparan ve berrak ve gül güzeli geliyor duygular. Masumane, biricik, yek. Sanki ilk kez on yedi yaşından gümüş kolye almışsın gibi hissediyorsun. Bir öncen vardı öncesi gibi, hani artık sadece hatırası olan, şimdi her şey bambaşkaydı çünkü “o” var diyorsun. Sanki gözlerimi kapasam, nefes alsam onun yanına her an ışınlanabilirmişsin gibi geliyor. Zamanın ve mekanın kuantum gerçekliğini yoksaymış gibi hissediyorsun. Kendini olduğun gibi bırakabilmek diye bir eylemsellik hali var ama eyleme geçemediğin. Sonra, sonra sanki vakit geçiyor ve sis çevreliyor yine etrafı. Kelimelerle sığdırmaya doyamadığın, şükür secdesine vardığın insan kılığındaki tecelli aşk, anlat anlat bitiremediğin hayat en büyük çiziği atmak için bir sebep kollar gibi yine pusuda. Sen kendi hayallerine, anlatamadıklarına, keşkelerine ve anlaşılmazlıklarına sığınıyorsun. İyi ki bea diyorsun, iyiydi yinede…

Ama sonra, olmadı bea…

Bir şey diyemez, yiyemez ve içemez vaveyla ile doluyorsun avaz avaz. Sadece o çok dilendiğin ama hiç olmayanın olmasını istiyorsun. “Anlaşılmak”. Belki de bu yüzden “Anlıyorum” kelimesinden sızan o derin anlayışsızlıklara boğulduk çoğu zaman, neye kırıldığını görmeyen kişilerin anlayışsızlıkları yalnızlığını katladığı için saldırı modundasın. Sözün özü, gözü artık kulağını patileyen o tanıdık, ezber sözlerden kaçıyorsun. Beni, ada misali çevrelediğini iddia eden kifayetsiz yüreklerden kaçıyorsun. Eskiden olduğu gibi şiirlere sarılıyorsun yine, daha çok okurken yine avaz avaz susma vakitleri geldiğine kanaat ediyorsun.

Z Raporu: Ağaçta duran kuş, dalın kırılmasından hiç korkmaz. Onun güveni ağaca değil, kendi kanatlarınadır.

*Yazıyı okurken bonus olsun / Fazıl Say – İnsan insan

Engin Dal

Instagram: seslenenadam

YouTube

[email protected]

özel içeriğidir.

Etiketler
Daha Fazla Göster

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı